12.16.2015

BU ARALAR


Bu aralar pek bir anlatasım yok rafi, zaten ucuz şaraplar da tat vermiyor artık. Şimdi bir yerler de olmak vardı diyorum; mesela sizin şu çiçekli balkonda, ya da gençken az üşümediğimiz o pencerenin altında...

Tanımıyor artık kimse beni, bende kendime rastlamayalı çok oldu. Sen kızarsın bilirim ama söylemeden edemeyeceğim, mertlik kalmamış hayatın hitabında, birileri hayallerine yancı arıyor, ben de tam sövecekken adamlığına yakıştıramayan babalar geliyor aklıma, boyun büküyorum. Sahi bu arada çekip gittiğimiz yürekleri de, ucuza kiraya vermiş sahipleri, yadigardır satılmaz şimdi. Dedim ya, bu aralar pek bir anlatasım yok rafi, zaten izbe bir sokaktaki insanın hikayesi de çok çekici gelmiyor soylu yüreklere…
Belki de bu yüzden şimdi bir yerlerde olmak vardı diyorum, mesela şerefine dediğimiz masalarda, sevdiğimiz adamların yanında...

Güzel adam kalmadı, sen de kendine iyi bak rafi...

10.25.2015

APTALSINIZ ÇOCUKLAR


Kızmayın kendinize çocuklar, 

Her dafasında acemice utanmalar, kıvranmalar, konuşmak için seçilmiş basit ama unutulmayacak sözler yani bile bile yediğiniz aynı naneler… Kızmayın, gözleriniz, saçınız, sakalınızın güzelliği gibi bir kaç ay konuşulduktan sonra miladı dolan, aynı yalanlara her defasında inanmak gibi aptallıklarınız var…

Sonrası kendiniz ile olmanız istenen kişi arasındaki beceriksizliklerinizle, meşguliyetleriniz başlar…Bu arada, zaman geçer, dostlar gider, o trenler geçer, içinizdeki çocuk gider, kuşlar uçar siz hala pantolon paçası, ayakkabı parlaklığında kalırsınız.Kızmayın kendinize, kaşın, gözün, üzerine kurulu şeylerin miladı doldu diye, en yakın arkadaşınız dinlemedi diye, tarih pembe diziler dışında bu hikayeleri yazmayacak diye. Şimdi bir aptallık daha edip oturup düşünmeyin çocuklar, sorun sizde değil, makyajdan çok yüreğinizin güzelleştirdiği saf aklınızla tükettiklerinizde, yoksa hiçbir kadın durduk yere başka bir adamın kokusunu çekmeye heveslenmez…

Kızmayın kendinize çocuklar, Ayşe’lerin Mehmet’lerin yüreği güzel evlatlarısınız diye…

9.21.2015

ZİLZURNALIĞA 5 KALA

Çakır keyif diye başlayıp zilzurnalığa 5 kala bitirdiğim yıldızlı bir eylül gecesiydi.

Yorgo'nun yerinde bir yandan konuşurken, çaktırmadan kendini övme telaşı içinde olan insanlarla, neden aynı masada olduğumu sorgularken buldum kendimi. Neyin var sorusuna ‘evde gazoz içerken aldığım keyfin yarısı  yok‘ demek çok afili bir cevap olmadığından, en azından ortama ayak uyduruyordum. Biraz sonra, benzer durumu yaşayan bir çoğu gibi, erkekliğin yüzde bilmem kaçı kaçmaktır'ı mütevazi bir müsadeyle yerine getirmenin zaferi ile kalktım…

Kaç durak sonra ineceğimi hesaplayamadan inmiştim, neyse ki yağmurda yalın ayak yürürken anlaya bilinecek hadiseler vardı, bazıları arkadaşa yakın dostluğa uzaktı, sevişmeye yakın sevmeye uzak, paraya yakın insanlığa uzak (…) sokak lambasının solgunluğu duygusala yakın, bu saatte ışıkları yanan evler mutluluğa, anason kokusu yalnızlığa (…) derken bekçi Seyfi abi'nin 'hayırmı oğlum’unu' duydum… Bizim sokak nostaljiydi ama insanları güzeldi.

Zilzurna dediğime bakmayın, bu denli hadiseler ve bazı insanlar, zamanı geldiğinde anlamsız hatırlar arasında yerini alırlar ama yıldızlı bir akşamda mutluluğa 5 kala ıslandığınız hiç bir sokağı unutmazsınız…

9.03.2015

UTANDIM

 
Öylesine bir eylül sabahı, iyi bir bahar için rahmet,huzur, uzun yaşamaya sağlık vb. şeyler dilerken….Bir resim gördüm,sen de gördün, mavinin kuşların resmine bakıp gereksiz duygusala bağlayan o insanlar da gördü.

Bu kez anlatasım gelmedi, senin gibi, herkes gibi utandım..! Babasını özleyip anne diye ağlayan çocukların çaresizliğinde bağırmak geldi ama ne ben ne de insanlığı özleyen toplum buna hazır değildi. Bir şey eksikti, yeryüzünün de bundan haberi vardı ama mesai saatleri içinde savaşta ki çocukları anlatmak yasaktı, ya da hala bizim toplum buna hazır değildi.
Çocuklara her şey yakışırdı, gülmek,mesela baba demek, annesini özlemek ama onca insan varken ölmek yakışmadı, ben utandım.! Senin gibi, herkes gibi… Hiç gök yüzüne bakmayan insanlığa, maviyi anlatmak, çocukların öldüğü dünya da klimalı odalarda barıştan bahsetmekte ahmaklıktı.


Benim bu kez içimden yazmak gelmedi, utandım..!

8.24.2015

AH MÜZEYYEN


Hiç olmadık yerlerde hüzünlenmek iki’ye katlar bazı şeyleri, bir gün mutfakta ağlarken gördüm onu.

Kokmuş, küflenmiş şeyler çöpe atılır derdi , o gün hatıraların da bir son kullanma tarihi var öyle değil mi dedim ‘hayır’ diyemedi ‘Boşver’ dedi..Çok kabiliyetliydi, mutsuzluk için onca nedeni yan yana getirmişti, oysa eskiden boyunundaki kolyenin, saatine uyumsuzluğu gibi çok naif sorunları vardı.Şimdi mutluluğun on parmak birleşmesinde ve eşitliğin en çok sevgide olduğuna inanmak gibi derin,hüzünlü düşüncelere kapılmıştı.

Açık akşam havası bazı hadiselere iyi gelir, öyle bir akşamdı ama sorgulamaktan aklı yalama olmuş, cevaplayamadığı sorulardan, o şarkının ilk ihtimali olamamaktan bahsetmeye başladı , dayanamadım bazılarının kalbi beyninden atar dedım ‘hayır’ diyemedi  ‘haklısın da ‘ demedi..Sustu…

Müzeyyen’i iyi tanırdım, eskiden elleri çorba kokardı..

7.22.2015

HAYATIN TAA UCUNDA


Gereklilik kipi çoğu şeyden uzaklaşmak dışında, ne yazacağım ile ilgili hiçbir fikrim yok aslında…

Kafamın hatırlama kolu bozulmuş, vay anasını dediğim yancı bir keyifteyim... Boş verdim teselli teşebbüslerini, canı da cehenneme uykusuz gecelerin, tat katsın diye sosladığım insanların, gereksiz sermaye can sıkıntılarının, şu bir yerlerde takılı kalan zamanın. 

Bir sandalye, biraz yeşil, bolca mavi, böyle zamanlar için listesini bilmem kaçıncı kez düzenlediğim o bazı şarkılar, 29’uncu sayfada kalmış merak ettiğim bir kitap ve belki de gidişine nadir sevindiklerimden endamlı bir gün batımı…
İlk kez saatim yoktu, gitmek istediğim bir yerim yoktu, sövecek kimse yoktu, ansiklopedilerde anlamının bulunmadığı bir an’ın huzuruyla sevişirken buldum kendimi.

Hayatın bir ucunda size bir sır vereyim mi; Mutluyken herkes aynı…

6.20.2015

BİZİM SOKAKLAR


Hiçbir zaman bir adı olmadı, ama bizim de yaşadığımız sokaklar vardı. Bahçe kapısı kırıktı, çokta misafir gelirdi ne bir arsız vardı, nede hırsız uğrardı.

Gönlümüz hoştu, selam vermeden geçmek ayıptı ve herhangi bir yerde doğmuş olmak, o kadar mühim değildi önemli olan insan olmaktı, neden bilmem babam hep öyle derdi. Kadın anaydı, birde mahallenin kızları ama bizde de delikanlılık vardı. Şekeri tatlı yapan bizim bakkal, hayatı renklendiren üç beş pastel boyaydı. 
Daha sonra benim çok tatlım, çokta pastel boyalı renklerim oldu ama o sokakların adıda rengide saflık kaldı.

Bizim sokakların hiçbir zaman bir adı olmadı ama çok adam olan insanlar yaşardı…

6.08.2015

ENTELEKTÜEL SOHBETLER


Entelektüel konuşmaların tam ortasında, sahte bir incelikle gülümsedi genç adam, yalan hatta bahaneydi şu sıkıcı kahve sohbetleri. Bizim Sezen şarkılarını karşılayacak bir hikaye aranıyordu ama beklentisiz ve yormadan sevmekte adetten değildi.

Bir ara içindeki egodan, sonra çevredeki törenin esiri olmaya falan geçti konuşma ama kimsenin hırslarına yenilmeden olgunlaşmak gibi  de bir niyetide yoktu. Biraz sonra kravatı bağlamanın derdi, adam olma derdinden çok öteye gitmiş hatta medeniyeti ilk kez cümle içinde kullananlar olmuştu. Uymasada bir birine uydurulmuş, kolay saadet ürünü çoğu insanın bahanesiydi, şu sıkıcı entelektüel kahve sohbetleri.

Genç adam sahte bir incelikle gülümsedi, oysa bir kaç adım ötedeki insanlar arasında,

Hayat çok tuhaf ve şahaneydi…

4.19.2015

BÜYÜDÜM

 
Kulağıma küpe olan sözlerle büyüdüm, birde dedemin Neşet Ertaş şarkıları vardı. Kitapları sevmezdim çünkü yoktular, birkaç Cin Ali kitabına sığdıramadığım hayallerim ise avlunun kapısına kadardı, sonrasına uzaklar… Çoğu cahil denilen insanların anlayacağı kadar saf anılar biriktirdim, bir ara çok okumuş, az görmüş insanlara anlatmak istedim ama bizim avludaki saflıklar onlara çok uzaktı.

Davetsiz çağırıverdi sonra hayat, anlatım bozukluğu olan bir cümleden fazlalıktım sanki. Kalabalıklar yalnızlığı öğretti, karanlıklar şarkı söylemeyi, bir hüzün akşamında da sevmeyi öğrendim..Sonra göremesemde yoklarmıydı bilmeyeceğim insanlar tanıdım, ben bizim avludaki saflık derken, onlar sokakları,geceleri anlattılar..

Bir avuç ay ışığında bıraktığım en güzel uykumdu çocukluğum, orda kaldım, orda kaldı hayat..

Büyüdüm…

3.04.2015

LACİVERT HARFLER


Eskici sokakla, köşedeki yeni kahvenin oralarda bir yerdi tam hatırlamıyorum. Duygusala çalan sohbetler, aynı masanın iki ucunda, dokunuşsuz sevişmelerin paylaşıldığı akşamlardan biriydi. Yıllar sonra yine aynı yerde, kuru sandalye üzeri mağdur bir o kadar memnunduk halimizden…

Yıllanmış bedenlerde, kırmızı renkte şaraba vurmuştu, suskun dudaklarımız. Oysa, elinde defterler, boynumda kravat, kapağı açılmamış çok kitaptan bahsederdik o tranvayda, şimdi ne olmuştu da hatırları anlatacak, medeni sözler bulamamıştık, boşunamıydı o uğurda gelmişine geçmişine ettiğimiz sözler, derken…Sokak çalgıcısının patavatsız girişi, mevzuyu özetler gibiydi; geçip gittiğiyle kaldı zaman, suretler aynı, sevmeler sevişmeler yalan…Sonrası malum;

Herkesin yaşamak için bir hikayesi vardı ve bazı hikayeler,

Lacivert harflerle, beyaz kağıtlarda güzel kalmalıydı...