İstanbul’da herkesin bildiği hiç kimsenin o
kadar anlam yüklemediği herhangi bir deniz kenarı, zamanın pek önemi yok ama o
gün günlerden Pazartesi, saat 19:37
Uzun bir sessizlikten sonra, söylenmek isteneni
kesen, iyi bildiğiniz o meşhur kelime çıktı ağzından; Ulan!… Şimdi rakımı yüksek bir tepeden
muhalif bir rüzgar gibi esip, o bol yapraklı caddeyi birbirine katmak, ağaçları
dans ettirmek, pencere kenarlarında uğultu çıkartıp, o güzel insanların kahvesine
kitabına eşlik etmek vardı dedi. Bu uzun sessizlikte, günlük konuşmalar yapan bilmem
kaç kişi geçti arkasından, kaçıncı vapur kalktı iskeleden, kaç sevgili öptü bir
başkasını, kaçıncı gündü bu… Zamanın önemi yoktu ama saat 00:16, gece yarısı;
Kimsenin çizemediği bir resim olmak vardı
zihinlerde, asla doğru bir çizgisi olmayan eğri, karmaşık ama geçmeden, tam
zamanında muhteşem…