12.14.2017

KİMSİN SEN ?


Hala bir hayat hikayen yok mu? Anlatınca merakla dinletebildiğinden. Ne yaptın bugüne kadar, kimin hayatına dokundun mesela, peki ya mutlu musun? Etrafında olanlar dışında kim eklendi dostluğuna? Kaç zaman oldu kendine gitmeyeli? Sarı bir lamba altında, kendinle bir ara, bir kahve içtin mi? Bir şarkı seni alıp götürmedi mi? En sevdiğin resimleri kurcalayıp, aslında hep orada olan dostlarına, bir kadeh kaldırdın mı? Değişmez dediğin onca şeyi hala değiştirmedin mi? Ötekileşmeden, sorgulamadan, sorgulatmadan ne kadar yaşayabildin?

Kimler geçti hayatından, ne öğrettin, ne öğrenebildin? Peki, sen hala onlara teşekkür etmedin mi? Bir kitapta, en azından bir parçasında kendini bulmadın mı? O en sevdiğin şarkı radyoda denk gelmedi mi? Ve sen hala o aptal sevinç sonrası kaybolmadın mı? Gelmişine geçmişine demedin mi bazen? Bir kez olsun koyamadın mı kafaya çekip gitmeyi? Bahsetmedin mi kendine hayallerinden? Kaç yaşındasın, kaç gün daha yaşarsın? Hepsi bir kenara…

Peki, hiç düşündün mü...Kimsin Sen?


11.27.2017

SALI RÜZGARLARI


Bu yazıyı ne zaman, nerede okuyorsunuz ve ya kendinize uğramayalı ne kadar oldu bilmiyorum ama  kimsenin kullanmadığı bir Salı akşamında, karalıyorum…

Bazı rüzgarlar nereden eser bilemezsiniz, onlardan biri uzunca bir süredir uğramadığım o yere esti, aynı akşam muhtemelen Salih’in de öyle olmuştu ki karşılaşmamız tesadüf olmadı. Bir süredir karşılaşmamamızın eksikliğini kapatan sorular, gündelik konuşmalar ve hangi rüzgar’ın nereden estiği sorusu… Anlattık, o gün anlatılan hiçbir hikaye, toplumun çoğu kesimine ilginç gelmeyeceğine inandığımdan olsa gerek, anlatmıyorum. Geç olmuştu vedalaşıp ayrıldık… Baharda İstanbul güzeldir, sahile en yakın, manzaralı yerlerden iyi bir tercih yaptım ve güzel bir manzara arkasında….
Kime, rüzgar nereden, ne zaman eser bilmiyorum ama esmeli bazen, sizi kendinize götürmeli, Salih olmayacaktır ama adını benim bilmediğim adamlara, kadınlara hatta bir süre sonraya alıp götürmeli ve unutmaya dünden razı olan size, kim olduğunuzu hatırlatmalı.

Bir Salı akşamı olmasa da, bir gün bir rüzgar mutlaka esmeli…..


9.19.2017

ŞAHANE ADAMLARIZ


Dünya değiştikçe değişiyoruz, mahalleden uzaklaştık, iyi arabalar ve içinde vazgeçemediğimiz taşra şarkılarımız var. Kenar köşeler bizim, canımız sıkılınca dünyayı değiştirmeye kalkıp etrafımızdan öteye gidemiyoruz ama bir iki durum soran olursa kibirden uçtuğumuz oluyor. Ortam ve ortalık bizim, ağır  kalabalığız ama son zamanlarda başımız cahillikle belada, orta yerde konuşmaya çekiniyoruz. Öyle çok büyük isteklerimiz yok; hem özgür olalım, hem kıçımız güvende olsun, geceyi felekte geçirelim ama gündüz yaşlanmayalım, bir de şarkımız olsun dillerden düşmesin; sen yok, o yok, onlar yok, ben, ben, yine ben…

Çok hızlı olmayabilir ama ufak ufak fark etmeliyiz; Anne Reçel’ inin sonsuz değerini ve nerede kaldığımızı, kim olduğumuz, nereye gittiğimizi, ekonomi haberlerinden eksik de önemli medeniyetlere yakın olabileceğimizi, görünenden ne çok ne az, olan samimiyetin güzelliğini, bütün mutlu insanların aynı dünyaya gülümsediğini ve artık anlamalıyız,

Cahillikten, ötekileşmekten uzak da şahane adamlar olduğumuzu, olabileceğimizi…


7.25.2017

LÜZUMLU SERSERİLİKLER


Çok sessiz bir masada, kuru yemiş tabağındaki fıstıkları seçiyorum, kelimeler melodiler derken nakaratı insanlık ayıbı bir şarkı geçiyor içimden, en son okul zamanlarındaki efkarlı yalnızlıklardan kalan ve ansızın meteliksiz çocukları geliyor aklıma, ah o çok süslü caddelerdeki lüzumsuz serserilikler diyorum..

O eski zamanlardan hatıra yağmurlu bir Cuma günü, Salih’i de alet edip Oğuz Atay’ın son sayfalarını bitirmek için son otobüs parasına iki çay söylemiştim, meteliksizlik ile anlamlı sözler okumanın alakasızlığının sonu hep yağmurda ıslanmaya götürüyor insanı, alt hariç ıslanıp Ali Abi’nin bakkal’a zor attık kendimizi ve içeride bizi karşılayan fonda Orhan Gencebay şarkısı…İşte tam da burada başlamıştı lüzumsuz düşünceler, evrilme çabasındaki git geller, istatistikleri alt üst eden sorgulamalar…


Bir gün çoğu kitabın sözlerini hatırlayamazsınız ama yaşadığınız günlerin melodisi mutlaka aklınızda kalır ve içinizde bir yerde kaybetmek istemeyeceğiniz bir parça lüzumlu serserilik..

6.20.2017

ANADOLU


Siz hiç Anadolu’ya gittiniz mi? Ben gittim, bizim fırıncı Rüstem Abi, bakkal’ın çırağı Ali, kapıcı Sefa Abi' de gitti diye biliyorum.

Bir süre fark edemezsiniz zaten gittiğinizi, hala biraz aynıdır bazı şeyler sonra bir dalgınlık gelir, yol kenarları ince işçilik, el yapımı doğa kaybolmaya başlar, ışıklar azalır, deniz seviyesi uzaklaşır, desiber düşer, yalnızlaşma, kendine kalma, düşünme, huzur ve insanlık seviyesi artmaya başlar ,yavaşça fark edersiniz gittiğinizi… Sıcak bir gülümsemeyle karşılaşmak, bir beklenti önü gülümsemeye alışkanlıktan olsa gerek yabancı gelir. Onca okumuş adam yan yana geldiğinde konuşamamaya nispet, sohbetler öyle derinleşir ki, dibine iner, saflığı fark edersiniz ve onlarca eviniz olur bilmem kaç artı biri olmayan. Dönüşünüz de muhteşem olur mu bilmem ama benzeri çok yazılacak not getirirsiniz, her gidişiniz bir hikaye olur.

Size mutsuzluğu burada da anlatabilirim ama mutluluk anlıktır ve bir çok an biriktirirsiniz, gülümsenin en saf haliyle döner mutlaka bir gün yazarsınız...

Ben Anadolu’ya gittim, siz de gidin…

5.29.2017

SİYAH BEYAZ YÜREKLER


Biz; en zor zamanlarda 40 Bin kisi ayni ses " Çocuklar inanin, inanin çocuklar " diyenleriz...

Cezası geregi gidemedigi maca " Ruhumuz yeter " yazan yürekleriz...

Zonguldakta maden göçüğünden çıkınca " Maç kaç kaç " diye soranlarız...

Van depreminde soğuga dikkat cekmek için Dk 90 da sahaya atkı atanlarız...


2km bayrak yapıp dünya rekoru kıran sevgileriz ve bayrağın arkasında hiç bırakmadan duran 72 yaşındaki teyzeyiz...


Savaş'a , ırkcılıga , ayrımcılıga karsı olanlarız...


Biz, Besiktas'ın uslanmaz asi ruhlariyiz...

Bugün bir kez daha şerefiyle, hakkıyla ŞAMPİYON olanlariz...

Biz BESİKTAS'iz.!
 
28.05.2017


5.24.2017

EFKARLI DELİ


Okumuyorum, yazmıyorum da…

Ucundan sahil görünen bir evde, efkarlanıyorum. Hafif sinirle karışık, dile gelip ulan bu düzen yanlış diyeceğim oluyor sonra kendimi de düzenin içinde buluyorum. Efkar demişken, kötü şeyler çağrıştırmasın aslında düşüncelerdir ve bu güne kadar düşünmek kimseye zarar vermemiştir, deliler dahil.

Anlatamıyorum da bu aralar, yani her zamanki gibi hadi canımlar, yok artık inanmıyorumlar biraz uzak, zaten kaç yıldır özlemiştim kendimi. Bir ara Salih’le yaşadıklarımızı da özler gibi oldum, sonra deli bir kahkaha…hatırlıyor musun olum…demek geldi, sustum. Her neyse, günün en güzel saatidir gün batımı, tabi eğer hala kendi başınıza efkarlanıp delirmediyseniz.

Okumuyorum, yazmıyorum da çatısız bir evin penceresinden gökyüzünü seyrediyorum, biraz herkes gibi..

4.01.2017

BİR MÜZEYYEN HİKAYESİ


En son hatırladığımda, salatanın soğanı üzerine öfke dolu bir kavga edip, siyah beyaz filmlerdeki kaçınılmaz son gibi bir şeyler anlatıyordu.

Kahve kokuları, kimse görmeden ağladığı Yeşilçam filmleri, babası, kitapları, makyajı ve esmer bir adamdan ibaretti tüm hayatı. Kimi zaman İstanbul sokaklarında kaybolup, kimi zaman kalabalıklarda susardı, susmak demişken hep sessiz olanlar mutsuz sanırlar oysa milyon şiir bilirdi, konuşmak, anlatmak kaçınılmaz olsaydı. Kimse dinlemiyorsa ya da istediği gibi dinlemiyorsa, yazar ve kahkahası kalemine vurup çok güzel yüreklere yansırdı.

Salatanın soğanı ve şu esmer çocuk dışında, uzun zaman sonra gördüğüm yaşanılası bir hayattı ve hepsi bu kadar...

2.04.2017

KÜÇÜK ADAMLARIN TEPELERİ


Bir daha hiç gelmeyecek bir Salı sabahı, yüksek bir tepeden şehrin avuç kadar görünmesi ilgimi çekmiş olsa gerek, sessizce izliyordum. O sıra yaramaz bir çocuğun sessizliği ilgisini çeken büyük Babam yanıma yaklaşıp ‘ şehirler büyüdükçe insanlar küçülür ama yaşamalısın demişti’. Bazı konuşmalar çocukken birkaç beden büyük geliyor, belki de tanrı bazı şeyleri çocukluk dönemlerine yazmıyordu, yaşamalıydım.

Öyle de oldu, bir zaman sonra o tepeden dünyaya giden bir trende bir takım genç adamlardan oluverdik ve eş değeri ile yan yana yürümeyi, afili olmayı, zalimlerin de centilmen olabileceğini, ruhu düşkünleri, gelenleri, gitmeleri, düzeni, yaşamayı öğrendik, ülkenin çok daha büyük tepelerine çokta kalabalıkça gittik ama hiç birinde o şehir ve ben yoktum olmayacaktım da.

Onu anlamam yirmi senemi aldı. ‘Şehirler büyüdükçe insanlar küçülmüştü.’ !